Nasıl kuruldu?
2000 yılına girerken, dünyada yapılan etkinlikler içinde “Avrupa Bir Ortak Miras” kampanyası da yer alıyordu. Bu çerçevede yürütülen projelerden birisi de ‘Tarihi Kentler Birliği’ projesi idi. 7-8 Ekim 1999 tarihinde Strazburg kentinde kuruluş toplantısını yapan “Avrupa Tarihi Kentler Birliği”ne Türkiye de davet edildi. Bu toplantıya Türkiye adına Bursa Büyükşehir Belediyesi gözlemci üye olarak katıldı ve Bursa Büyükşehir Belediyesi bünyesinde “Tarihi Kentler Birliği” kuruluş çalışmaları başlatıldı. Birliğin hazırlık dönemine Kültür Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı, ÇEKÜL Vakfı ve Mimarlar Odası çok önemli katkılarda bulundular. 22 Temmuz 2000 tarihinde Bursa’da kuruluş toplantısına davet edilen 54 tarihi kent Belediyesi, Birlik Tüzüğü’nü kabul etti ve “Tarihi Kentler Birliği Kuruluş Bildirgesi”nin altına imza attı. 2001 Nisan ayında Nevşehir’de yapılan Toplantı, Tarihi Kentler Birliği’nin ilk önemli toplantısı oldu. Birlik Başkanı Erdoğan Bilenser, toplantıya katılan Avrupa Tarihi Kentler Birliği Genel Sekreteri Brian Smith’e Türkiye’nin üyelik başvuru dilekçesini sundu. Sonuçta Türkiye Tarihi Kentler Birliği, Avrupa Tarihi Kentler Birliği’nin 12. üyesi oldu... Tarihi Kentler Birliği’nin 2000 yılı Temmuz’unda başlayan kuruluşu, Avrupa Tarihi Kentler Birliği ile eş zamanlı olarak tamamlandı. O tarihten bu yana üye sayısı da 179'u bulan “Tarihi Kentler Birliği” (TKB) son yıllarda Türkiye’deki umut verici gelişmelerden biri..
Neden “umut verici”?
Böyle olmasının da birden çok nedeni var:
Bir kere, AB’ne girmek için çıkan onca tartışma içinde, TKB; Türkiye’nin kültürel zenginlikleriyle Avrupa Tarihi Kentler Birliği’ne sessiz sedasız üye olmasını sağladı. Bunun “yalvarıp yakararak” değil, neredeyse “al mumla davet edilerek” gerçekleşmesi, ilişkilerin aynı vakarla sürüyor olması, her iki taraf için de düzgün ve doğru bir tavır..
TKB, ulusal çıkarların yansız irdelenebilmesi için “siyasal parti ilintilerinin arka plânda bastırılabildiği” bir platform... 179 üyesi, “bünyesindeki doğal ve kültürel varlıkları doğru korumaya kararlılığını kanıtlamış” yerel yönetimlerin başkanlarından oluşuyor. Bunlar bir araya geldiklerinde “partili kimliklerini” kapıda bırakıp, birbirleriyle dostça iletişime giriyorlar, hatta bir “aile” ilişikisi yaşanıyor. Dahası, -örneğin Antakya Belediye Başkanı İris Şentürk’ün sıkça tekrarladığı gibi- bu birlikten bir “kültürel kuva-yı milliye” hareketi doğuyor.
Temel strateji bu kuruluşa önayak olan ÇEKÜL Vakfı’nın kendisi için de benimsediği “kamu-yerel-sivil-özel birlikteliği”. Bu da, toplumun bazı kesimleriyle işbirliğine girip, bazılarının dışta tutulmasından doğan “hareket güçlüğünün” aşılması bağlamında umutlu bir başlangıç... Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer de kuruluş toplantısına da katıldığı “Tarihi Kentler Birliği”ni, Türkiye’nin batıya yolunu açacak bir girişim olarak nitelendiriyor ve çoğu toplantıyı bizzat izliyor:
“...Tarihi Kentler Birliği’nin kurulmasının, ülkemiz için çok önemli bir adım olduğunu düşünüyor, kentlerimizin tarihsel, kültürel ve doğal dokusunun korunmasında önemli görevler yerine getireceğine ve bu örgütlenmenin demokratikleşme sürecinin güçlü halkalarından biri olacağına inanıyorum.Yerel yönetimler dayanışmasıyla başlatılan, meslek ve sivil toplum örgütlerinin katkıda bulunduğu bu tür girişimlerin, yerelden evrensele doğru açılımının, tüm insanlığı sağlıklı bir bileşime yönlendireceğini düşünüyorum.”
Birliğe üye olmak o kadar kolay değil. Üyelik ölçütlerini karşıladığını kanıtlamak için sırada bekleyen pek çok belediye var. Ama bir kere üye olunduktan sonra Birliğin kurucularından, Danışma Kurulu Başkanı Prof. Dr. Metin Sözen’in her toplantıda vurguladığı gibi, beldelerle kentler, kentlerle “büyük şehir” belediyeleri eşit çizgide duruyor. Bakınız, TKB üyesi olmak için neler gerek:
Tarihi Kentler Birliği’ne Üyelik Kriterleri
1. Tarihi ve doğal çevre korumasına Yerel Yönetim politikalarında önem ve ağırlık verilen kentler; bu konuda kent kültürünü, sivil toplum katılımını ve toplumsal duyarlılığı geliştirme çabaları içindeki kentler.
2. Yerleşme dokusunun önemli ve etkin bir kesimi “kentsel sit, arkeolojik sit, tarihsel sit ve doğal sit” olarak tescil edilmiş kentler;
3. Güçlü ve önemli anıtsal yapıları bulunan ve özellikle bu yapılarıyla tanınan kentler;
4. Bir ya da birkaç antik kentle üst üste ve iç içe yaşayan kentler;
5. Diğer ülkelerdeki tarihi kentlerle “Kardeş Şehir” ilişkisi kurmuş tarihi kentler;
6. Önemli, tarihsel olayların cereyan ettiği tarihsel kentler;
7. Geçmiş uygarlıklara başkentlik yapan kentler;
8. UNESCO’nun Dünya Mirası listesine girmiş kültür değerlerinin bulunduğu kentler;
9. Tarihsel metropoller.
Birliği oluşturan üyelerin coğrafi dağılımı tüm Türkiye’yi kapsıyor... Böylece “temsiliyet” daha demokratik olurken, “yapılması gerekenler”e daha kavrayıcı bir biçimde yaklaşılması şansı da artıyor.
Üyelerin kendi ülkesini daha iyi tanıması için kolay bulunmayacak bir eğitim platformu yaratıyor... Birliğin en yaygın iletişimi, adına “Buluşma” denen toplantı formatında yapılıyor. “Buluşma”lar her seferinde farklı bir coğrafyada oluyor. Her buluşma, katılanların o bölgeyi “içerden” tanımasına olanak sağlarken, ev sahibinin kazancı da sorunlarını birinci elden gün ışığına çıkarıp, çözümlere daha çabuk ulaşması oluyor. Her “buluşma”da, bu “tanıma ve tanıtma”nın ayrıntıları bir öncekine göre daha inceliyor, daha yaratıcı, daha işlevsel ögeler içeriyor, zaman zaman bunun bir “yarışma” kaygısıyla böyle olduğunu düşündüren unsurlarla karşılasılsa bile, sonuçta kazançlı çıkan yine Birlik üyeleri oluyor. Yeter ki, kapalı salonlarda yapılan bilimsel, teknik ve uygulamaya dönük tartışmalardan arta kalan süre “dışarıdaki”leri görmeye yetebilsin.
Kültür mirasının sahipliği konusunda doğru yaklaşıma daha hızlı ulaşılıyor... Bir zamanlar, Avrupa’daki kültürel koruma uygulamalarını izleyen “Europa Nostra”nın sloganı; “Aklın bilmediğine yürek üzülemez” idi. Neden? Birşeyi korumak için ona sahiplenmek, sahiplenmek için sevmek, sevmek için onu bilmek, tanımak gibi bir zincir sözkonusu düz mantıkla bakıldığında. TKB üyesi yerel yönetimlerin başkanları da her geçen gün o mirasın “son kullanıcı”sı halk tarafından seçildikleri için kültür mirasına daha çok sahipleniyorlar. Bu halka nasıl mı yansıyor? Genelleme yapmak zor ise de bazı kentlerde onarılmış eski evlerde oturmanın neredeyse bir “statü sembolü” haline gelmesi olumlu bir ipucu olabilir. Üstelik bu durum, bir kısım İstanbullu’nun Kuzguncuk’a ya da Balat’a taşınması gibi bir akıma da benzemiyor.
Yalnızca mimari – tarihi – somut ya da elle tutulamayan kültürel miras değil, “doğa” da artık gündemde... Edirne Toplantısı’nda gündeme alınan “doğal varlıkların korunması”, son “Dünya Günü”nün (22 Nisan, “Dünyanın Yaşgünü” ) Kastamonu’da yapılan Buluşma’da kutlanmasıyla birlikte tıpkı ÇEKÜL Vakfı’nınkinde olduğu gibi, TKB’nin gündeminde de yerini aldı. Doğayı korumadan kültürü korumanın olanaksızlığı açık zaten..
Bilgi toplumuna geçişi hızlandırmak için “E-Türkiye+” projesinin, “e-belediye” ve “e-külltür” alt başlıklarına sahip çıkılarak harekete geçme konusunda Türkiye Bilişim Vakfı ile birlikte başlatılmış bir ortak proje girişimi de söz konusu. Öte yandan ÇEKÜL Vakfı da Birlik için başından beri tutulan “web-kütüğü”nü gelişkin bir “portal”e dönüştürmek için çalışıyor.
TKB’nin “Türkiye’nin başına gelen talihli bir olgu” olmasının en önemli gerekçelerinden biri de, ekonomik kalkınma ile doğal ve kültürel mirasın korunması arasındaki ilintinin çok boyutlu olarak algılanmaya başlanmış olması. Birliğin benimsediği “Havza boyutunda koruma” yaklaşımında, koruma, yöresel ekonomik kalkınma ile örtüşüyor. Tekil yapısal / anıtsal korumadan, sokak, mahalle, kent ölçeğine taşınan koruma anlayışı, artık “havza”ya oturdu. Neden “havza boyutu”, tarihin ilk dönemlerinden beri uygarlık su kenarında gelişiyor? Su kenarı dediğimiz şey de büyük nehirlerin oluşturduğu doğal havzalar. Aynı havzaya sınırı olan kentlerin sorunlarının da çözümlerinin de “ortak” olduğu artık farkedildi. Eskiden aynı kentin içindeki ilçeler bile çözüm arayışında tekil davranırken, şimdi artık havzayı oluşturan kentler, işbirliği içinde ortak çözüm arayışına girmeye başladı. Bu bağlamda kurulan Akseki-İbradı Havzası, “Kelkit Platformu”, öteden beri birlikte çalışmakta olan “Küçük Menderes Havzası”, son olarak yapılan “Van Gölü Havzası” projeleri bu gelişmenin ürünü hep.
Buraya kadar sayılan özellikler, Avrupa Birliği’nin “koruma” ile “kalkınma” arasındaki bağlantıyı öne çıkaran “koruma politikaları” ve herkesin katıldığı, farklı kimliklerin kendini ifade edebildiği “kültürel demokrasi” ilkeleri ile de tümüyle örtüşüyor.