Büyük bir katedral düşünün, şeytan heykelleri, uzun kuleleri, parlak şekillerin gözleri kamaştırdığı uzun pencereleri olsun. İçeri girdiğinizde büyük bir boşluk duygusuyla beraber bir boyun eğme, bir korku kaplasın içinizi. Bu mimari tarzına GOTİK adını vermişler nedense, ama nedenini de biliyoruz. Bu yapılar ilk olarak Almanya'da çıktığı için bu isim verilmiş. Neyse, mimariyle uğraşmayacağız. Aynı sistemi evler uygulayın, daha üst sınıfları evlerini düşünün, şatoları filan. Bir şatonun dışından baktığınızda önce korkutucu kuleleri görürsünüz ama asıl kalenin içi korkutur insanı. Bir geniş salon, şömineler, yukarıya çıkan karanlık merdivenler, daha karanlıklarda kaybolan bodrumlar, demir kapılarının ardında neler olduğunu düşünmekten korktuğumuz odalar, duvarlarda kırılan, dalgalanan, olmayan şekiller oluşturan mum ışığının sarı ışıltısı ve sesler, uzaktan önce bir tıkırtı halinde daha sonra rahatsız edecek sıklık ve yakınlıkta sesler. Rahatlamak için dışarı bakarsınız, gece, sis, eğrilmiş ağaç dalları, ne olduğunu, nereden geldiğini bilemediğiniz çığlık uluma arası hayvan sesleri. Gotik Edebiyat' a hoş geldiniz.
Bu edebiyat her ne kadar belli kalıpların dışına çıkmasa da günümüz korku edebiyatının atasıdır. Yazılı ve görsel korku ürünlerinin hepsi bu asıl ismi GOTİK ROMANS olan tür ile başlamıştır. Yaratıklar, korkma türleri doğal olarak çağa uyup değişmişlerdir ama temel hep aynıdır, Gotik. Bu türün ortaya çıkma zamanı da ilginç aslında. İngiltere'nin aydınlanma dönemi dediğimiz 1750 sonrası döneme rastlar bu türün ortaya çıkışı, yani insanların dini tutuculuktan uzaklaşıp bilimsel metotları öğrenmeye başlamasına, çevresini inceleyip sorgulamasına rastlar. Ama bu yeni yaratıklar, bu ortam, bu karabasan İngilizlikle ilgisi olmayan yeni, egzotik, alışılmadık bir şeydir. Yabancıdır, doğaüstüdür, yıpratıcıdır ve dolayısıyla çekicidir. Halbuki bu romanlarda yer alan varlıklar daha önceleri de vardı. Bilirsiniz, İngiltere hep hayaletleri, perileri ve diğer doğa dışı yaratıklarıyla ün salmıştır. Kelt dininin bir parçası olan kurban törenleri ve vahşi inançlar Asterix'in çizgi roman romantizmini yok edemez ama Folklor bilimine kelpie, leprechaun, banshee, brownie, goblin, elf, hobgoblin, fairie ve gnome gibi yaratıkları armağan eder.
Gelenekler ve kaynaklar bu halde iken elbette birilerinin bunu kötü yolda yani normal edebiyatın dışında kullanması doğaldır. Bu ilk ise bütün bu işle iştigal edenlerin üzerinde anlaştığı dördüncü Oxford Earl'ı Horace Walpole'dur. 1764 de The Castle of Otranto isimli romanını yazar. Sayın Earl ayrıca Gotik kelimesini bu bağlamda kullanan ilk insandır. Kitabı bu türde kullanılan gizli kapılar, kan damlaları, kaçan kadın kahraman,zehir, eski mobilyalar ve kahramanların gizli kimlikleri olması kavramlarını içinde bulundurur yani bunlar da ilktir.
Artık cehennemin kapıları açılmıştır, her tür korkunç yaratık dışarıya çıkabilir ve çıkar da. Walpole' a 1773'de Lucy Aikin katılır ve daha ürkütücü bir geleneği yani kadın korku yazarları serisini başlatır. Bu sözlerimde asla bir alay yoktur, Anne Radcliffe ve Mary Shelley hala bu türün en büyükleri sayılmaktadırlar. Ann Radcliffe The Mysteries of Udolpho isimli kitabında türe birçok yenilikler getirir. 1796 da ise Matthew G. Lewis The Monk' ta ruhunu Şeytan'a satan Ambrosio adlı bir papazı ve bazı ensest ilişkileri anlatır. Ama amiyane değişle esas kız Mary Wollstonecraft Shelley'dir. Shelley dünyanın belki de en çok tanınan (Boris Karloff' a teşekkürler) tiplerinden birini yaratmıştır. Frankenstein bilim kurgu ve gotik arasındaki köprü rolünü oynar, bir anti-ütopya yaratır.
Ancak konusuna geçmeden kitabın yazılışından biraz bahsetmek isterim. Mary Wollstonecraft ileride eşi olacak Percy B. Shelley ile İsviçre'de Lord Byron' un göl kenarındaki yazlık evine giderler, bir gece ateş başında bir Alman hayalet hikayeleri antolojisi okurken Byron bunun hiçte korkunç olmadığını, kendilerinin daha iyilerini yazabileceklerini söyler. Odalarında Shelley The Cenci' yi, Lord Byron Fragment of a Novel'ı, Byron' un doktoru Polidori ise The Vampyre' ı yazmaya başlar, Mary ise Frankenstein'ı yazar.(Ken Russell'in Gothic filmi bu konuyu işler) Konu aslında çok yeni değil, özellikle mitolojide çok kullanılmış bir temaya dayanmaktadır.Yapay adam yani homunculus Deadalus'un Girit kralı Minos için yaptığı yapay adamda ilk defa görülür. Goethe'nin Faust'unda büyüyle yaratılan bir adamdan bahsedilir ancak bütün bunların temeli bir Yahudi efsanesi olan golem' dir. Gustav Meyrink' in Golem isimli kitabı bizde de çıktı.Frankenstein' in canavarının ayrıldığı nokta ise yaratılanın yaratana olan isyanını açıkça ortaya koymasıdır, bir tür Prometheus gibi tanrılara karşı gelmiş ama bilim kurgunun büyük ustası Brian Aldiss' in romanına ismini verdiği gibi bu Prometheus zincirlerini kırmıştır ve bilimin yolunu açmıştır.